Haruki Murakami: Maratoncu bir yazar
Haruki Murakami; Koşmasaydım Yazamazdım
Bir Jazz-Bar işletmecisiyken roman yazarı olan, sonra şişmanlamaya meyilli vücudunu formda tutmak için başladığı koşma işini kendisini disiplinize ettiğini keşfeden yazarın hikayesi. Koşmanın ve yazarlığın kesiştiği yerleri yazıyor. Romanı maratona benzetiyor. Dünyadaki belli başlı maratonlara katılıyor, her gün düzenli olarak koşuyor, her yıl mutlaka bir maratona katılıyor. Murakami neşesine göre koşmuyor, resmen hem maratoncu hem yazar. Müzik tarzıyla da uyuştuğumuzu söyleyebilirim. Yazarlık ve yaşam, koşu ve yazarlık, koşu ve yaşam konularına giren bu deneme-kesitsel öz yaşam öyküsü yapıtın yazıya ve koşuya bulaşan her ademoğlu tarafından okumasında fayda var.
Kendimi çok fazla yazabilecekmiş gibi hissettiğimde kararlı bir şekilde kalemi bir kenara bırakırım. Böyle yapınca ertesi günkü çalışmam daha rahat olur. Sürdürebilmek ritmi kesmemektir.
Uzun soluklu çalışmalar için bu önemli. Ritim bir kez belirlendikten sonra gerisi hallolur.
Fakat çark belirli bir hızda dönmeye başlayana kadar, sürdürülebilirlik üzerine iyice kafa yormak gerekir. Hedeflediği zaman içerisinde koşabildiğinde bir şeyleri başardığını, koşamadığında ise başaramadığını hissetmesi koşucu için önemlidir.
Dehadan başka roman yazarı için neyin önemli bir nitelik olduğu sorulacak olursa tereddütsüz odaklanma gücü derim. Sahip olduğunuz sınırlı dehayı gerekli bir noktaya odaklayarak ortaya serme yeteneği. Bu olmazsa hiçbir önemli iş başarılamaz. Odaklanma gücünden sonra da sürdürebilme gücü gerekir.
Günde üç ya da dört saat zihninizi odaklayarak yazabilseniz bile bir hafta boyunca devam edince yorgunluktan bitkin düşmek, uzun bir eser yazmanıza engel olur.
Her günkü odaklanmayı altı ay, bir yıl, hatta iki yıl devamlı olarak sürdürebilme gücü, roman yazarı için, en azından uzun roman yazmayı hedefleyen yazar için gereklidir.
Sabrınız ölçüsünde karşılığını da alırsınız.
“Hiçbir şey yazmayacak olsam bile, günde birkaç saat mutlaka masanın başına oturur, bilincimi odaklarım” Raymond Chandler
İnsanların hepsi adil bir şekilde yaşlanır.
Bir gün gelir insan yenilir.
Beden istemesek de çöker.
Şimdilik benim çökkünlüğe zamanım yok. İşte bu yüzden koşmaya devam ediyorum.
Gerçekten sağlıksız olan şeylerle uğraşmak için insanlar mümkün olduğunca sağlıklı olmak zorundadır.
Bir Jazz-Bar işletmecisiyken roman yazarı olan, sonra şişmanlamaya meyilli vücudunu formda tutmak için başladığı koşma işini kendisini disiplinize ettiğini keşfeden yazarın hikayesi. Koşmanın ve yazarlığın kesiştiği yerleri yazıyor. Romanı maratona benzetiyor. Dünyadaki belli başlı maratonlara katılıyor, her gün düzenli olarak koşuyor, her yıl mutlaka bir maratona katılıyor. Murakami neşesine göre koşmuyor, resmen hem maratoncu hem yazar. Müzik tarzıyla da uyuştuğumuzu söyleyebilirim. Yazarlık ve yaşam, koşu ve yazarlık, koşu ve yaşam konularına giren bu deneme-kesitsel öz yaşam öyküsü yapıtın yazıya ve koşuya bulaşan her ademoğlu tarafından okumasında fayda var.
Gerçek centilmenler kendi sağlıklı kalma yöntemleri üzerine insanların karşısında yerli yersiz anlatmazlar.
Koşmak hakkında dürüstçe yazmak benim kendimle alakalı dürüstçe yazmam anlamına da geliyordu.
Ben yazıya dökmedikçe doğru düzgün, düşünemeyen biri olduğumdan, koşmanın benim için anlamı üzerine yorum yapabilmem için elimi hareket ettirerek gerçekten böylesi bir metin oluşturup görmem gerekiyordu.
İçinizden bir mantrayı sürekli tekrarlamadığınız sürece başarabilmeniz mümkün değildir.
Pain is inevitable. Suffering is optional.
Bu kitap felsefe ölçüsünde olmasa bile, bir tür deneyimsel disiplini de bir nebze kapsamaktadır. Önemsenmeyecek şeyler olabilir ama benim kendi vücudumu gerçekten hareket ettirmek yoluyla seçim meselesi olarak uğradığım acı sayesinde kişisel olarak öğrendiğim şeyler bu yazılanlar.
Kendimi çok fazla yazabilecekmiş gibi hissettiğimde kararlı bir şekilde kalemi bir kenara bırakırım. Böyle yapınca ertesi günkü çalışmam daha rahat olur. Sürdürebilmek ritmi kesmemektir.
Uzun soluklu çalışmalar için bu önemli. Ritim bir kez belirlendikten sonra gerisi hallolur.
Fakat çark belirli bir hızda dönmeye başlayana kadar, sürdürülebilirlik üzerine iyice kafa yormak gerekir. Hedeflediği zaman içerisinde koşabildiğinde bir şeyleri başardığını, koşamadığında ise başaramadığını hissetmesi koşucu için önemlidir.
Dehadan başka roman yazarı için neyin önemli bir nitelik olduğu sorulacak olursa tereddütsüz odaklanma gücü derim. Sahip olduğunuz sınırlı dehayı gerekli bir noktaya odaklayarak ortaya serme yeteneği. Bu olmazsa hiçbir önemli iş başarılamaz. Odaklanma gücünden sonra da sürdürebilme gücü gerekir.
Günde üç ya da dört saat zihninizi odaklayarak yazabilseniz bile bir hafta boyunca devam edince yorgunluktan bitkin düşmek, uzun bir eser yazmanıza engel olur.
Her günkü odaklanmayı altı ay, bir yıl, hatta iki yıl devamlı olarak sürdürebilme gücü, roman yazarı için, en azından uzun roman yazmayı hedefleyen yazar için gereklidir.
Sabrınız ölçüsünde karşılığını da alırsınız.
“Hiçbir şey yazmayacak olsam bile, günde birkaç saat mutlaka masanın başına oturur, bilincimi odaklarım” Raymond Chandler
İnsanların hepsi adil bir şekilde yaşlanır.
Bir gün gelir insan yenilir.
Beden istemesek de çöker.
Şimdilik benim çökkünlüğe zamanım yok. İşte bu yüzden koşmaya devam ediyorum.
Gerçekten sağlıksız olan şeylerle uğraşmak için insanlar mümkün olduğunca sağlıklı olmak zorundadır.
Koşmak yaşamımı ayakta tutan eylemlerden biri haline geldi.
Angarya denen şeylerin sayısı da insan yaşlandıkça artıyor.
Yazarlıkta yenmek ya da yenilmek yoktur.
Yazdıklarımın kendi belirlediğim ölçütlere ulaşıp
ulaşamadığı her şeyden önemlidir be bunu bozacak bir bahane de kolayca
üretilemez.
Koşmak benim için etkin bir egzersiz aynı zamanda etkin bir
metafordur. Ben koşarken ya da bir yarıştan diğerine giderken, ulaşmayı
hedeflediğim ölçütün çıtasını azar azar yükselttim, bu hedefleri başarmak
yoluyla da kendimi yukarılara taşıdım.
Dostoyevski 60 yıllık yaşamının son yıllarında Ecinniler ve
Karamazov Kardeşler gibi, en önemli
eserlerini kaleme almıştır. Scarlatti ise sonatlarının büyük kısmını 57-62
yaşları arasında çıkarmıştır.
Şu an için henüz müzikle bilgisayar teknolojisini birbirine
bulaştırmak istemiyorum. Dostluk, iş ve seksi birbirine karıştırmadığım gibi.
Günde bir saat kadar koşup, o süre boyunca kendime ait bir
sessizlik zamanına sahip olabilmek, ruh sağlığım açısından önemli bir anlam
taşımaya başladı. Koşarken gerçekte elle tutulur hiçbir şey düşünmem. Ben
koşarken yalnız koşarım. Boşluğu yakalayabilmek için koşuyorum belki de.
İnsanın ruhu mutlak bir boşluğu kaldıracak ölçüde güçlü
olmadığı gibi, tekdüze bir yapıya da sahip değildir.
Mick Jagger gençliğinde “45 yaşına gelip de hala
Satisfaction söyleyeceksem ölürüm daha iyi” demişti. Fakat gerçekte, 60 yaşını
geçtiği günümüzde bile “Satisfaction” söylmeye devam ediyor. Gençliğinde Jagger
45 yaşındaki halini hayal edememişti, ben de edememiştim ve aklıma hayalime
gelmeyen bu dünyada yaşamımı sürdürüyorum.
Yaşlanmak deneyimi yaşamımda ilk kez tattığım bir şey,
muhtemelen herkes için de öyledir.
Benim ben olmam, başka biri olmamam, benim için önemli bir
servet. Yürekte açılan yaralar, bir insanın bağımsızlığı karşısında dünyaya
ödemek zorunda olduğu çok doğal bir bedel.
Okullarda bizim öğrendiğimiz en önemli şey, en önemli
şeylerin okullarda öğrenilmeyeceği gerçeğidir.
Şuurunu kaybetmek üzere olan insanların hayalinden geçen
çılgınca güzel şeyler, gerçek dünyanın hiçbir yerinde var olamaz.
Her gün koşmak benim için yaşam çizgisi gibiydi. İşlerim yoğun
diye gevşemez, bırakamazdım. Eğer yalnızca iş yoğunluğundan koşmayı bırakacak
olursam, kesinlikle ömrüm boyunca koşamaz hale gelirdim. Koşmayı sürdürmek için
çok az nedenim vardı, ama koşmayı bırakmak için nedenlerimi sıralayarak olsam
kocaman bir kamyon kasasını doldururdu. Yapabileceğim tek şet de bu çok az
nedenin her birini tek tek titizlikle parlatmaya devam etmekti. Boş zaman
buldukça var gücümle parlatmaya devam etmek.
Odaklanma gücünden sonra da sürdürebilme gücü gerekir. Günde
üç ya da dört saat zihninizi odaklayarak yazabilseniz bile bir hafta boyunca
deva m edince yorgunluktan bitkin düşmek, uzun bir eser yazmanıza engel olur.
Her günkü odaklanmayı altı ay, bir yıl, hatta iki yıl devamlı olarak
sürdürebilme gücü, roman yazarı için, en azından uzun roman yazmayı hedefleyen
yazar için gereklidir. Odaklanmayı sessizce ama derin bir nefes alarak içinde
tutabilmeye benzetebiliriz.
Sabrınız ölçüsünde karşılığını da alırsınız.
Cümle oluşturmanın kendisi zihin emeğine dayanır. Fakat
derli toplu bir kitabı yazıp tamamlamak, aksine kas gücüne dayalı emeğe
yakındır. Elbette konu üzerine düşünen, zihindir, fakat roman yazarı, öyküyü
gereçlerini kuşanarak tüm vücuduyla düşünür.
Genç ve deha sahibi olmak, sırtında kanat taşımakla aynı
şeydir.
Uzun mesafe koşan insanların yüz hatları aşağı yukarı
aynıdır. Hepsi koşarken bir şeyler düşünüyormuş gibi görünür. Bu odaklanmış
olduklarındandır.
Varoluşun anlamı bitişin söz konusu olmasıyla bağlantılı
değildir. Varoluşun anlamını yerine göre tanımlamak için, hatta bunun sonu
oluşunun dolambaçlı yoldan ironisi olarak bir nokta bitiş olarak
belirlenmiştir.
Ultra maraton koşusunu tamamlamış olmam büyük bir sevincin
yanında aynı derecede bir özgüven de doğurdu.(100 km koşmuş)
Profesyonel olarak yazı yazan insanların çoğu gibi bende bir
şeyleri düşünürken aynı zamanda yazarım. Düşündüğüm şeyleri metne dökmek yerine
metni oluşturarak meseleleri düşünürüm. Yazma işlemi aracılığıyla düşüncelerimi
şekillendiririm. Tekrar yazıp düzeltmek yoluyla düşüncelerimi derinleştiririm.
Şu an sahip olduklarımla ölene kadar yetinmek zorundayım bu
yüzden onlara gereken önemi vermeliyim.
Ölene kadar 18 yaşında kalmak için 18 yaşında ölmekten başka
yol yoktur.
Kaç plağım olduğu sorulduğunda “Bir hayli çok gibi, fakat
henüz yeterli değil” diye yanıtlıyorum.
Birileri rica etti diye koşup duruyor değilim. Birileri
roman yazarı ol, dedi diye roman yazmaya başlamamış olduğum gibi. Bir gün
aniden kendi isteğimle roman yazmaya başladım, sonra bir gün aniden kendi
isteğimle yollarda koşmaya başladım. Yalnızca istediğimi kendi yapmak istediğim
şekilde yaptım.
16 yaşındaydım, aynanın karşısına geçip vücudumu seyrettim,
sonra da vücudumda kusurlu bulduğum yerlerin listesini çıkarttım. 27 kusur
bulduktan sonra da bıkmış ve incelemeyi bırakmıştım. Sırf vücudumun gözle
görülebilen kısımlarını ele aldığım halde böylesine çok kusur buluyorsam; bunun
dışında kalan alanlarla, sözgelimi karakter, beyin, hareket yeteneği gibi
alanlara girişecek olursam, işte o zaman bu işin sonu kesinlikle gelmez diye
düşündüm.
Merhabalar,
YanıtlaSil‘’Haruki Murakami – Koşmasaydım Yazamazdım’’ kitabıyla ilgili hazırlamış olduğunuz yazı için teşekkürler. Bu kitap, benim gerçekten yazarlığa bakış açımı değiştirdi. Yazmak konusunda motivasyonumu artıran ‘’Koşmasaydım Yazamazdım’’ kitabından en sevdiğim alıntıları derlemiştim, izninizle ben de sizinle paylaşmak isterim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/haruki-murakami-kosmasaydim-yazamazdim-kitabindan-10-enfes-alinti/
Yazılarınızın devamının gelmesini dilerim,
selamlar ve keyifli okumalar olsun.