TEHLİKELİ OYUNLAR

TEHLİKELİ OYUNLAR
 Tehlikeli Oyunlar Oğuz Atay’ın ikinci romanıdır.
 Tutunamayanlar'dan daha zor okunan, ama okunduktan sonra da tadı damağınızda uzun süre kalan kallavi bir romandır.
  Kendisi de bir “tutunamayan” yani “disconnectus erectus” olan Hikmet Benol romanın baş kahramanıdır. Roman kahramanlarının isimleri özenle seçilmiştir. Hikmet “Sevgi” den ayrılır “Bilge” ile beraber olmanın hayallerine dalar. Bu arada bol bol Hüsamettin Albay(ım) ile hem içinden hem dışından, diyalog ve monolog şeklinde konuşmalar yapar. Haliyle ortalığa bir dolu aforizma saçılır. 
  Kitap oyunla başlar. Hikmet her olayı oyunlaştırır, herkesi oyuna katar. Kimsenin itiraz şansı yoktur. Baştan burun kıvırsalar da oyuna gönüllü olarak katılır karakterler. Komşunun askerdeki büyük oğluna mektup yazarken, ya da küçük oğlunun ev ödevine yardımcı olurken bir anda yazmaya kendini kaptırıp kendini kaybeden ve bundan hiç rahatsız olmayan bir karakterle karşı karşıyayız. Önceleri ben mi yanlış anladım veya atladım diyorsunuz sonradan alışıyor ve okuyucu olarak siz de rahatsız olmamaya başlıyorsunuz. 
Romanda neyin kurgu, neyin üstkurgu, neyin gerçek, hayal veya rüya olduğu kestirilemiyor. Bu durumdan roman kahramanları bile rahatsız, rahatsızlıklarını “Albay kızdı nerede kaldı senin gerçekçiliğin? "Çok geride kaldı albayım" dedi Hikmet.” cümlesinden anlayabiliyoruz. Albay rahatsızlığını dile getirse de Hikmet'in oralı olmayan bir hali var. Hikmet
-haa, haa!!! nidaları ile memleketteki herkesle ve her şeyle dalgasını geçerek gerçeklikten, gerilikten, dayatmadan intikamını alıyor. Siz de okur olarak sonraları "oh iyi ediyor yapsın" diyorsunuz.
   Oğuz Atay her kitabında olduğu gibi bu kitabında da doğu ve batı arasında kalmışlığımızın, az gelişmişliğimizin, cahilliğimizin, taşralılığımızın intikamını hepimiz adına cümleleriyle almaya çalışıyor, "aslanyüreklirişargibi" alıyor da. Borges'in kendi hazırladığı Babil Kitaplığı serisindeki önsözlerinden birinde Oscar Wild için “sadece bizim değil, bizden sonraki kuşakların da çağdaşıdır” tanımlamasını Türk Edebiyatında sanıyorum Oğuz Atay için rahatlıkla kullanabiliriz.


ROMANDAN ALINTILAR:

Nerede olursa olsun bir insanın üstüne bu kadar yaşantıyı olsun da bir başkası onlardan bir şey çıkarmasın mümkün mü?

Bir yaşantıyı tam bitirmeli. Hiçbir iz kalmamalı ondan. Yeni yaşantılar için bunu önceden bilseydim yaşantı milyoneri olmuştum.

Üzülme biz emekliyiz; seni hoş görürüz. Ben de kendimi hoşgörüyle karşılamak istiyorum albayım.

Herkes tarih okuyor albayım bugüne değer veren kimse kalmadı.

Beklenen geç geliyor geldiği sırada insan başka yerlerde oluyor.

Hikmet'e göre ülkemizde herkes aklını oynatmış; memleketin, İsviçre'ye tedavi için gönderilmesi icap ediyor muş. 

Kendimle konuşurken bile onun hoşuna gitmeye çalışıyordum.

Kimseden karşılık beklemiyorum. Ben monologdan yanayım. 

Kelimeler albayım bazı anlamlara gelmiyor. Kelimeler albayım hangi anlama geliyor?

Bu ülkede çocuklara yer yok. Biz büyük bir sabırsızlıkla çocukların büyümelerini bekliyoruz. Onların kafalarına vuruyoruz adam olmaları için. Kafalarını tıraş ediyoruz çabuk büyüsünler diye. İnsanlardaki zavallılığı, önce çocuklar seziyor galiba. Delileri de önce onlar kovalar.

Ben gecekonduda yaşayan ve insanlıktan emekliye ayrılmış bir adamım.
Hepiniz gibi kiramı ödüyorum o halde ben varım. Cogitosuz ergo sum albayım, cogitosuz ergo sum. 

Sadece sürüklenme, kalabalığın akışına kapılma hürriyeti vardı. Durmazsam düşünemem.

Yapmamayı mazur gösterecek bir kitap demiyorum. Yapmayı öğretecek bir kitap.

Düşünceler de insanları iyileştirebilir.

"Önce konuşur, sonra düşünür." dedi Hüsamettin Bey, yavaş bir sesle. "Hepimiz gibi."

Nihayet insanlık da öldü. Haber aldığımızda göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur...
Kendinizi bu akışa bırakın albayım, zaten kaç kişi kaldık şurada bakın insanlık da öldü.

İnsanlık öldü. Belki de hiç yaşamamıştı. Belki de benim insanlığım diye bir şey yoktu. Ben hücremde yanlış hayallere sürüklenmiştim. Korkaklığımı insanlık sanmıştım. Yalnızlığı insanlık saymıştım.
Hayata dayanamayan her insan gibi yapılır oyunda: mış gibi yapılır

Albay kızdı nerede kaldı senin gerçekçiliğin? "Çok geride kaldı albayım" dedi Hikmet.

Bilge'ye kızdığım için insanlığı öldürdüm bana bu haksızlık yapıldığına göre demek ki insanlık öldü demek istedim. Bilge'nin insanlığı öldü demek istedim edebiyatı kendi kirli emellerime alet ettim.

Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz yaşarken anlaşılmaya mecburum, ben Van Gogh'un resmi değilim, öldükten sonra beni müzeye koyamazsınız beni tanımalısınız ki benden bahsedin, çocuklarınıza beni örnek gösterin, herkes zengin olmak yerine Hikmet olmak istesin, ah bir Hikmetim olsaydı desin.... kötülüklerimi de unutun onları ben biliyorum ya yeter kimseye yararı yok.

Bazı insanların, bazı şeylere hiç hakları yoktu: ne var ki, insanlar da en çok, bu hiç hakları olmayan şeyleri yapıyorlardı.

Gerçek, başkalarının bize uygulamaya çalıştığı tatsız bir ölçüdür." "Birimi var mı Hikmet Amca?" "Birimi insandır."

Ben bütün hikayelerin başka türlü olmasını isterim aslında.

Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor, bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor anlıyor musun?

Dünyada her insan, başkalarından çıkar sağlamak için sabahtan akşama kadar asık bir suratla dolaşır. 

Bir oyunda bile gerçekleri dile getirmek gerektiği yalanını inanmayınız. Sizleri uyarıyorum! Gerçekler sizden yana değildir! Bu oyuna gelmeyiniz! Siz onları kendi oyununuza getiriniz. Onlarla onların hükmünde olan akıl alanında boy ölçüşmeyiniz. Biraz da kendi sahanızda oynayın canım. Başka alan olmadığını söyleyenlere inanmayınız. Sizleri sonunda aklınızı kaybetmek tehlikesi ile korkutanlara aldırmayınız. Kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktur. Kendi gücümüzün nerede olduğunu göstermenin zamanı gelmiştir geleceğin yaratıcısı bizleriz size bütünlüğü samimiyetimle sesleniyorum!

Descartes'in kurallarına göre yaşamak isteyenler ayıklanmalı artık. Bu düzmece oyun sona ermeli. Kendi benliğimizi bulmalıyız. Rüyalarımızı gerçekleştirmeğe çalışmamalıyız. Gerçekleri rüya yapmalıyız. Çelişkisiz dikensiz ve düzgün rüyalarımızı yaşamalıyız.
 Dünyada çok yalan var albayım, dünyaya katılmaya devam edersek bu yalanlardan kurtulamayız. 
İnsana ancak hayallerinde karşı konulmaz. 

Ben şahsen melodramlardan yanayım, fakat ne yazık ki insan hayatında trajedi daha çok albayım.

Ben ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum.

Ben yalnız sesleri dinliyorum, anlamlarla ilgili değilim.

Bizi de bu acımak mahvediyor albayım,' dedim. ' Başkalarına acımakla başlayan bu tehlikeli duygu, her zaman kendimize acımakla son buluyor. Kendimize acımaktan, başka işlere zaman kalmıyor. Acımak, ancak soyut bir düşünce olabilir.

Fakat ülkemizde en çok yetişen köylüdür. Köylü, bütün iklimlerde yetişir. Köylünün yetişmesi için çok emek vermeğe ihtiyaç yoktur. Köylü bozkırda yetişir, yaylada yetişir, ormanda yetişir, dağda yetişir, kurak iklimde yetişir, sulak iklimde yetişir. Çabuk büyür, erken meyve verir. kendi kendine yetişir, kendi kendine meyve verir. Biz köylüleri çok severiz. Şehre gelirlerse onlardan kapıcı ve amele yaparız... ülkemizde tarım ürünleri yetişir. Kuru üzüm ve incir yetişir. Önce ıslak yemişler yetişir. Onları, güneş olan yerlerde kurutarak kuru yemiş yetiştiririz. İngiltere’ye göndeririz, onlar da bize gerçek gönderirler. Biz, o gerçeklerden, kendimize göre gerçekler yetiştirmeye çalışırız. Son yıllarda, kuru uzum ve incirin yansıra, köylü de göndermeye başlamışızdır. Bu köylüleri, önce şehirlerde biraz yetiştiririz; tam olgunlaşmadan (yolda bozulmasınlar diye) başka ülkelere göndeririz. Onlar da bize döviz gönderirler. Halk müziği göndeririz; şoför plağı gönderirler, aranjman gönderirler. azgelismişülke göndeririz; yardım gönderirler. Zelzele, toprak kayması, sel felaketi haberleri göndeririz; çadır ve heyet gönderirler. Asker göndeririz; teşekkür gönderirler. Binzorluklarlayetiştirdiğimizdeğerler göndeririz; dışülkelerdeçalışanyabancılaristatistiği gönderirler. Gerçekinsanlarımızı göndeririz; bize oradan mektup gönderirler.

Bize çamaşıra gelen bir Fatma hanım vardı, radyoda okunan mevlide ağlardı. Sonra annem de katılırdı ağlamaya. Ben onları paylardım, sen anlamazsın derlerdi. Gerçekten anlamıyordum nasıl ağlıyorlardı hiçbir şey anlamadıkları halde? Şimdi bende söylediklerimi anlamasalar bile bana ağlamalarını istiyorum insanları ağlatmanın bu kadar güç olduğunu bilmezdim. Aslında kendimi de ağlatamıyordum.

Sen yalnız iyi programlarımı dinlemek istedin, alaturka çaldığın zaman düğmemi kapatmak istedin.

Birer oyun yazarı olarak yaşamaya başladık. Albayım hayatla ilgili her şeyi biriktirmişti, inanılmaz bir koleksiyoncuydu. Bütün hayatını, sonunda oynayacağı bir oyun için biriktirmişti. Albayım bir hayat koleksiyoncusuydu. Hayatının hiçbir bölümünü çöp sepetine atmamıştı bir gün lazım olur diye bir köşede saklamıştı. Albayım yorulmaz bir koleksiyoncuydu.

Biliyorum." dedi Bilge "Seni olduğun gibi görmek istiyorum" "-Oysa ben, istediğim gibi görülmek isterim."

"Uzan şu divana da sözlerimi dinle," dedi Hüsamettin Bey. "İnsanları tanımıyorsun Hikmet oğlum." Hikmet uzandığı yerde, gözleri kapalı, albayın sözünü kesti: "daha önce hiç karşılaşmadım da bu ülkede, ondan albayım. siz arada bana gösterseniz…"

Annem benim ölümden korktuğumu bilirdi bunu bildiği halde gene de ölmüştü.

İnsandan sarhoş oldum diye düşündü çoktandır bu kadar insan içmemiştim.

Bizim ülkede anlamlı isimler o kadar çok ki. Evet ben Hikmet'im senin bilge olduğun kadar.

Neden herkes benden kaçıyor albayım? Yaşamasını bilmiyorum da ondan mı?






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEDEN E-KİTAP OKUYUCU? HANGİ E-KİTAP OKUYUCU?

Zengin Damaklar

Kil tabletten e-kitaba