Tuza Banılmış Çilek (Ranciere'in Cahil Hoca kitabı üzerine)
Jacotot adını Cahil Hoca kitabını okurken öğrendim. (Jacques Ranciere, Cahil
Hoca Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders, Metis Yayınları, 2014)
Joseph Jacotot (1770-1840) Fransız asıllı bir öğretmendir. Bourbon Hanedanı
iktidara gelince Hollanda Kralı’nın vesayeti altında bugünün Belçika
sınırlarında olan Leuven’e sürgüne gelir. Yıl 1818’dir. Leuven Devlet
Üniversitesi’nde Fransızca dersi vermeye başlar ancak öğrencilerle ortak olarak
bildiği bir dil yoktur. Ne kendi Flamanca bilir, ne öğrenciler Fransızca. Şansına
o tarihlerde bir sayfası Fransızca ve diğer sayfası da Flamanca basılmış olan
bir “Telemak” çevirisi yayınlanmıştır. (Les
aventures de Télémaque, Fransız yazar François Fénelon tarafından 1699 yılında yazılan
didaktik romandır. Ayrıca Telemak, edebiyat tarihimizde batı edebiyatından
dilimize çevrilmiş olan ilk romandır, çevirisi de Yusuf Kamil Paşa tarafından
yapılmıştır.)
Öğrencilere bu iki dilde yazılmış
Telemak kitabını dağıtan Jacotot, öğrencilerinden Fransızca öğrenmelerini
istemiştir. Bu öğrenme sürecinde, Fransızca’ya ilişkin hiçbir şey anlatmamasına
rağmen, bir süre sonra öğrencilerin bu dili öğrendiğini ve gramer hatası
yapmadan kendi cümleleriyle bu kitabı özetleyebildiklerini keşfetmiştir.
Jacotot bu deneyle “bir şeyin öğretilmesi için öğretmene ihtiyaç duyulmadığını”
farketmiştir. Jacotot, daha da ileri gidip müzik eğitimi almamış olmasına
rağmen insanlara müzik dersi vermeye başlar ve kendi bilmemesine rağmen,
öğrencilere müzik aleti çalmayı öğretir. Bunun ardından Jacotot, panekastik
adını verdiği düşüncesini geliştirir.
Bu düşünceye göre:
1-Herşey her şeydedir.
2-Bütün insanların
zekâsı eşittir.
3-Zekâların hiyerarşisi
bir aldatmacadır ve siyaset de bu aldatmacayla beslenir.
4-Her insan kendini
eğitebilme gücüne sahiptir.
5-Bilmediğimiz bir şeyi
de öğrenebiliriz
Zekalar değil iradenin
eşitsizliği vardır. Zihinsel özgürleşme eşitsizlik, eylemsizlik ve tembellikle
başlar.
Bütün zekaların eşit
olduğu iddiası meselesi bilgin yetiştirme hedefi değil, kendilerini zeka
bakımından aşağı sananları ellerinden tutup çürüdükleri bataklıktan çıkarmayı
hedefler. Bahsedilen de cehaIetin değil, kendini küçümsemenin, akıl sahibi
yaratığı bizatihi küçümsemenin bataklığıdır. Mesele özgürleştirilmiş ve
özgürleştirici insanlar yetiştirmektir. Öğrenciyi özgürleştirirsek, yani onu
kendi zekasını kullanmaya zorlarsak, hoca kendi bilmediğini bile öğretebilir.
Ayrıca özgürleştirmeksizin eğiten aptallaştırır.
Joseph Jacotot'nun eski
meslektaşı General La Fayette haberi, üniversitelerin yüzyıllardır uyguladığı
aptallaştırmadan etkilenmemiş yeni bir ülke olan Birleşik Devletler başkanına
duyurmayı da planlanmıştı. Kamusal Öğretim bakanı olan Barthe kendiliğinden
gelip Joseph Jacotot'ya akıl danışmıştır: Hükümetin halka borçlu olduğu ve en
iyi yöntemlerle vermek istediği tahsili düzenlemek için ne yapmalı? Hiçbir şey,
diye cevap verir kurucu,hükümet halka tahsil borçlu değildir, çünkü insanların
kendi kendilerine edinebilecekleri bir şeyi onlara borçlu olmak mümkün
değildir. Tahsil özgürlük gibidir: Verilmez, alınır!.
Jacotot’un bu görüşleri
bu zamandan bakıldığında bizlere çok ütopik gelebilir. Bazı pilot bölgelerde
denenebilse bile her yerde bu mümkün olamayabilir de diyebilirsiniz. Eğer her
yerde öğretici aynı idealizmle çalışırsa neden mümkün olmasın? Bu idealizm bir
dönem sağlanmıştı: “Milletvekillerinin maaşı öğretmenlerin maaşını geçmesin”
diyebilen Atatürk tarafından. Köy Enstitüleri de bu idealizmin bir örneği değil
miydi?
İyi eğitimin parasız
olamayacağının kanıksandığı, eğitim eşitsizliğinin sıradanlaştığı, sınav
maratonlarının öğrencileri hiçleştirip, kişiliklerinin yok sayıldığı ve bu hiçleştirilme maratonunda sıralamaya girmenin mutluluk sayıldığı bir
dönemde, bu tür deneyimleri okumak ağır geliyor insana.
Telemak adlı kitabın çevirmenliğini yaparak yurdumuza
ilk roman çevirisini kazandırmanın yanında, bugün halen hizmet vermekte olan
Zeynep-Kamil hastanesini de yaptırmış olan Yusuf Kamil Paşa’ya ait bir anekdot:
Paşa 19. yüzyılın 2. yarısında, sadrazamlığı
sırasında, bazı devlet erkanı ile yemektedir. Meyve sırasına geçildiğinde
masaya buzlu çilekler gelir. Paşa’nın çatalını sapladığı çilek kazara tuzluğun
içine düşer. Kamil Paşa da ziyan olmasın diye tuza bulaşmış haliyle çileği yiyip
bozuntuya vermez.
Masadaki misafirlere
dönüp
— Arkadaşlar, tuzlu çilek hiç de fena olmuyor, deneyin isterseniz, diye tavsiyede bulunur.
— Arkadaşlar, tuzlu çilek hiç de fena olmuyor, deneyin isterseniz, diye tavsiyede bulunur.
Bunun üzerine birkaç kişi çilekleri tuza banıp yer.
— Paşam gerçekten nefis oluyormuş, bundan sonra çileği hep tuzlu yiyeceğim,
gibi asılsız, sırf Paşa’ya yaranma hedefi güden açıklamalarda bulunurlar.
— Paşam gerçekten nefis oluyormuş, bundan sonra çileği hep tuzlu yiyeceğim,
gibi asılsız, sırf Paşa’ya yaranma hedefi güden açıklamalarda bulunurlar.
Kamil Paşa, o esnada
masada bulunan, dönemin aydınlarından, yeri geldiğinde sözünü esirgememesiyle
meşhur, Minas Efendi’ye dönüp
-Sizin görüşünüz nedir?
diye fikrini sorar.
Minas efendi cevap verir:
— Paşam, bu adamlar kendi özel hayatlarında bu düşüncelerini ifade etmiş olsalardı hiç önemi yoktu, fakat devlet hayatında da böyle ikiyüzlü davrandıkları için, ülkede işler bu yüzden kötüye gidiyor…
— Paşam, bu adamlar kendi özel hayatlarında bu düşüncelerini ifade etmiş olsalardı hiç önemi yoktu, fakat devlet hayatında da böyle ikiyüzlü davrandıkları için, ülkede işler bu yüzden kötüye gidiyor…
Bir gün
öğrencilerimizin tuza banılmış çilek durumundan çıkıp, kendi kendine Fransızca
öğrenebilen Leuvenli öğrenciler gibi "özgür zihinli" olma şansına erişebilmesi temennisiyle.
Joseph Jacocot (1770-1840)
Yusuf Kamil Paşa ( 1808-1876)
Çok güzel bir yazı.... Gazetelerde eskiden güzel köşe yazıları, günlük yazılar olurdu.Usta kalemler, aydınlar tarafından, nitelikli ve gerçekten değerli yazılar yazılırdı.Şimdi bir gazete alsan bütün gazeteleri okumuş oluyorsun ve gerçekten cam silmekte çok işe yarıyor.Birde tuvallette, banyoda ıslak zeminlerde suyu hızla emdiği için kullanışlılar. Sayfası en çok olandan bir gazete aldığınız zaman camları silip mutfak tezgahının, banyonun tuvaletin ıslak zeminlerinin suyunu emdiriyoruz. Pandemi döneminde mesela sokağa çıkma yasağı var, market uzak yada çıkmak istemiyorsunuz, tuvalet kağıdı da bitmiş, eee gazete ne güne duruyor, hafta sonunu idare ediyor en azından.
YanıtlaSilFatih'ciğim ellerine sağlık. Çok güzel bir yazı.Bilgilendim. Nerde böyle nitelikli günlük makaleler/fıkralar..