Dünyanın Müziği

Dünya Müziğine Giriş Denemesi 1;

“Karayip Korsanları” filminde Barbaros Hayrettin Paşa’dan etkilenip oluşturulan Geoffrey Rush’un başarıyla canlandırdığı “Hector Barbossa” bir hazinenin lanetiyle zombiye dönüşen bir korsan karakteridir. Ne kılıç işler ne ateşli silah. Ölümsüzdürler. Susar ancak susuzlukları asla dinmez. Şişeyi kafasına diktiğinde içtiği şarap boğazından aşağıya mideye gideceğine yere dökülür. İnsanın belli bir yaştan sonraki hayatı da böyle. Bu aşamadan sonra yeni şeyler biraz daha boğazından yuvarladığında göğüskafesinden dışarı sızan şeylere benziyor, tatsa da eskilerin tadını vermiyor. 20yy İspanyol düşünürü Ortega Y Gasset’in dediği gibi “ben, ben ve çevremim” diyor. Bizi biz yapan şeyler, ailemiz, şehrimiz, köyümüz, komşularımız olduğu kadar eskide dinlediğimiz müzikler, gördüğümüz resimler, gezdiğimiz yerler, hatta tattıklarımız da var bunun içinde. İnsan daha rafine düşünmeye başladığında daha önce dinlediklerini de okuduklarını veya duyduklarını da tekrar duymak istiyor, veya o duyduğunu okuduğunu kendi ruhunda uyandırdığı etkileriyle bir başkasına duyurmak istiyor. Ben de bu nedenle müzikle ilgili birkaç satır yazmak istedim.

Dünya Müziği’nin bir özelliği var. Bir çoğunuz son zamanların müziğini sevmiyor, nerede o 70li 80 yılların müziği diyorsanız dünya müziği sizin için. Zira şimdilerde o yılların futbolu olmadığı gibi o yıllardaki müzik de yok. Sebepleri aynı mı bilmem “iyi kişiler güzel atlara binip gittiler, geride kötü kişiler ve topal atlar kaldı” deyişi müzik için de geçerli. Aynı tadı çok vıcık vıcık ünlü olmamış, hala amatör ruhla çalıp söyleyen, tınıları arasında kendi yöresine ait bir şeyleri de koyup onu dünyaya da dinletme hevesinde olan nitelikli gruplar var. Bunlar insana o 70-80 lerin müziğinin keyfini verebileceğinin garantisini verebilirim. En önemli özellikleri öyle koruma ordusuyla gezmezler. Oturup aynı lokantada yemek yerken yanınızda oturuyor olabilir, aynı apartmanda asansör beklerken yanınızda size gülümseyebilirler bu müziği yapan insanlar. Çok medyada görünmedikleri için hala halktan biridirler.

Goran Bregoviç; İsrailde gazetecilik stajı yapan bir Amerikalı arkadaşım “hakkında hiçbir şey bilmiyorum O’nunla röportaj yapacağım” deyince ben anlatmaya, o da not tutmaya başladı. Sonra sen röportaj yapsaydın ne sorardın dedi ben de “Bosna savaşı henüz bitti, onun annesinin Hırvat babasının Sırp, karısının da Boşnak olduğunu duymuştum onunla ilgili bir soru sorardım” dedim. Ertesi gün konser biletim var hadi konsere demişti. Gittiğimizde Bregoviç sahnenin kenarında hazırlıklarla uğraşıyordu yanına gittim “kakosi” deyince şaşırdı dönüp bana baktı “dobre” demesiyle birlikte Slavcam bitmiş oldu. Ayaküstü konuştuk, fotoğraf çektirdik. Konser başlayacaktı yanından ayrılırken bana “Sezene selam söyle” dedi. Olur söylerim dedim. Odur budur onun selamı üzerimdedir bir türlü Sezen Aksuya iletememişimdir. Balkan müziği orada yerinde duruyordu ama onu popüler yapan tartışmasız Goran Bregoviç’tir. Balkan müziğinin bize benzeyen ve bizim müziğimizin de onlara benzeyen yanlarını onunla keşfettik desek yeridir. Sonraları Taraf de Haidouks dinledim. O daha bir otantiktir.

https://www.youtube.com/watch?v=U5S-_WcZguQ

Güney Amerika müziği hakkında müzik siteleri “Post Bueno Vista Social Clup era” ifadesini kullanıyorlar. Haksız da değiller zira bilenler biliyordu ama kitlelere Küba ve Karayip müziğini biraz da toprağı bol olsun İbrahim Ferrer ve Compay Segundo  amcalar tanıttılar. Israilde bir sinemada o filmi seyrettiğimde vurulmuştum. Sinemada bir belgesel seyrediyordum, bir konserin belgeseliydi, bir müzik şöleniydi adeta. Filmden çıktığımda hala kendime gelememiştim. Sonrasında Compay Segundo bir konser için Türkiye’ye geldiği sırada İbrahim Ferrer ölmüştü. Ertesi günde gazeteler Türk dehasını çalıştırarak “arkadaşı öldü kendi sahneye çıktı” diyebilme düzeysizliğini bilmem kaçıncı defa göstereceklerdi. 
https://www.youtube.com/watch?v=tnFfKbxIHD0

Küba müziği, Karayip müziğinden önce elbette Bob Marley’le tanışmıştık. Reaggea. 
Mezarında “saygılı olun sigara içmeyin, mariyuhanna içebilirsiniz” yazan bu müzik dehası “get up stand up don’t give up the fight” mottosuyla dünya gençliğini derinden etkilemiş delikanlı bir insandı. Jamaica’nın dünyaya tanıtılmasında onun etkisi yok sayılamaz. En azından benim o ülkeyle tek alakam odur diyebilirim. Derler ki jamaica da kamış tarlalarında çalışanlar ritm duygusunu burada geliştirirler yani orada herkes az veya çok müzisyendir zaten.
Cesara Evora: Jazzın babaannesi de derler. Ne kadar jazz derseniz o kadar işte. Jazz örgüsünün içinden güney Amerika iplerini ayıklayamazsınız birbirine girmiştir. Teyzenin yanık bir sesi vardır
Kendi halinde Atlantik’de bir adada şarkı söylerken keşfedilip Paris’de stüdyoya girdiğinde  47 yaşındadır, ilk Grammy ödülünü aldığında ise 54 yaşındadır. Ben onu bu işi yapmak için yaratıldığı işinde ürün vermeye geç ama temiz başlayan Sheakespeare’e benzetirim. O da tiyatroya başladığında kırkının üstündedir. 10 yaşında babası ölüp yetimhaneye gidişi, 16 yaşında bir tavernada şarkı söylemeye başlar. Zorunluluk insanın içindeki yeteneği ortaya çıkarır, acı da olsa. Babası olaydı, belki de onu hiç dinleyemeyecektik. 

https://www.youtube.com/watch?v=X-5y1wOw6NQ

Buika şimdilerde ne kadar onun yerini tutar bilemem ama bence hafiften onun sesinin rengini andırıyor.  

Anoushka Shankar : Anushka babası gibi bir sitar virtiözü olan Hintli müzisyen. Babası Ravi Shankar dünyayı sitarla tanıştırdı. Kızkardeşi Norah Jones bir Jazz sanatçısıdır ve bu albümünde bir kaç parçada eşlik etmiştir. Hint renkli jazz dinlemek ilginç olduğu kadar dinlendirici diyebilirim. 
https://www.youtube.com/watch?v=kEJSWIftX98

Norah Jones: Come Away With Me albümü çıkıp ortalığı kasıp kavurduğunda o zamanlar yıl 2002'ydi ve biz o zaman şairin "bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik, bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik" dediği gibi futbolda üçüncü olduğumuz dünya kupası zamanlarıydı. Albümünü gördüklerinde O'nu karın tokluğuna çalıştıran Bodrum'daki bar sahiplerinin yüzlerinin nasıl olduğunu hep merak etmişimdir.

Souad Massi: Eli gitarlı, Folk tarzını Arapça icra eden Cezayir'in dünya müziğine armağanı bir "ozan".
Fransa'da yaşadığından belki de bu denli kendine özgü bulunup, bu denli dünyaya mal oldu. Raoui (Ravi:anlatıcı) adlı şarkısını dinlerken biraz Joan Baez, biraz Chapman gibi gelmişti bana. Belki de kendi memleketinde kalsaydı orada kimse dinlemediği gibi, biz de sesini duyamayacaktık kendi de bundan mutsuz olacaktı. Bazen memleketinde kalmak değil de kendini gerçekleştireceğin doğru yerde yaşamanın güzel bir örneği gibi gelmiştir Massi. Messi değil, Massi.
https://www.youtube.com/watch?v=peujg2cKcHs

Consuelo Luz Ladino (Seferad Yahudilerinin anadili) dilinde şarkı söylüyor.Bu albümdeki şarkılardan bir tanesi de Ferhat Göçer'in ilk çıkış parçasının orjinalidir. Hayatı Yunanistan, Filipinler, İspanya, Peru sonra da NewYork'a gelmiş bu nedenle kelimenin tam anlamıyla "dünya müziğini" yapmaktadır. 

https://www.youtube.com/watch?v=en8C3MJaRXI

Fairuz:Fairuz Lübnan'da yaşayan aslen Mardinli Maruni Hristiyan olan Arap müziğinin Ümmügülsüm den sonra yaşayan Divasıdır.Ajda Pekkanın Arap versiyonu denebilir. Fairuz bu albümünde bazı bilinen Jazz parçalarını arapça seslendirmiştir,  Autumn Leaves(Frank Sinatra) in Arapçası ilginç.

https://www.youtube.com/watch?v=8Eu4B0tZ18o

Marcel Halife: Fairuz'un udisinin solo albümüdür içinde aşinası olduğumuz bir dolu ezgi de var. Dinlendirici.

Anouar Brahem, Le Voyage De Sahar: Dünyanın en büyük udilerinden olan biz de de konserler vermiş isminin Enver olmasına rağmen İngilizce yazılışından ötürü bir türlü ismini okuyamadığımız udu konuşturan insan. Tarz olarak klasik ud değil daha ziyade jazz.

https://www.youtube.com/watch?v=MmdzIWZbsLw&list=PLyJaHYadDmOMiyLAcHDgMsZ2fvQEMSET2

Jivan Gasparyan: Bu Ermeni müzisyen duduk (zurna) çalmasına çalar ama bunu çalmakla kalmaz "zurnada peşrev olmaz" lafına muhalefet edip bazı Jazz grupları ve şarkıcılarıyla da gayet güzel çalışmaları vardır.

https://www.youtube.com/watch?v=k5V3y04oHhY&list=PLel5cxQXTbzd4GX907q98lpBR64I3sfs4

Natacha Atlas: Mısırlı büyüleyici sesin bu albümünde iki önemli parça var bir tanesi Lemma Bada (Endülüs Ağıtı olan 500 yıllık bir ezgi) diğeri ilk parça Ya Lauri Hobouki, ikisini de dinlemeden önce dinleyicilere "elinize mendilinizi alın" uyarısında bulunmak lazım.

https://www.youtube.com/watch?v=bMUUOKuAEk0
https://www.youtube.com/watch?v=REFxxr_4-kQ

Radio Tarifa : Lemma Bada şarkısının İspanyol versiyonunu seslendiren grup adından da anlaşılacağı gibi Tarifa'lı, Endülüs İspanyasından yani. Kendine özgü olan ciddi müzik yapan yerel grupların dünya müzik marketleri raflarında yer almasının en güzel örneği.

https://www.youtube.com/watch?v=Kotvo_1ZJfM 

İsrail'de bitirme tezi "müzik ve insan" olan bir hastamın tezine katkılarımı da ek olarak anlatacağım.
Uzatmamak adına kesiyorum, ikinci bölüm de buluşmak üzere.

Yorumlar

  1. Pavarottinin Türkiye macerasını, Cemal Gürsel'in çağrısına verdiği cevabı, Türkiye'den kovuluşunu da işlersen sevinirim. Anımsadığım bir gerekçe de Cüneyt Gökçer'in o sıra karısı Ayten Gökçer'i Pavarotti'den kıskandığı ve Cemal Gürsel olayını bahane ettiği.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEDEN E-KİTAP OKUYUCU? HANGİ E-KİTAP OKUYUCU?

Zengin Damaklar

Kil tabletten e-kitaba